Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri redderek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi.
Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım. Vaktim mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye’de son kez bir araya geldiğimizde, “Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın” diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, “Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah’tan cennetinde bize bu sohbeti vernesini temenni ediyorum” demiştim.
Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, “Bu gece senin düğün gecen mi” diye sordum. Sen de “Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak” demiştin. Çarşamba günü öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah’tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmnımızın batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi.
Son vedanda yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cemaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü. Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücerelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti.
Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azimin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah’a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze… Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.
Son olarak, Sevgili kızım ve değerli öğretmenim…
Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser’de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah’a yakın, O’nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma…
Dinle sözümü sana direm: Özge edadır, Derviş olana lazım olan aşk-ı Hüdadır, Aşıkın nesi var ise maşuka fedadır, Semâ sefa, cana şifa, ruha gıdadır.
Ey sofi bizim sohbetimiz cana şifadır, Bir curamızı nuşede gör, derde devadır, Hak ile ezel ettiğimiz ahde vefadır, Semâ sefa, cana şifa, ruha gıdadır.
Aşk ile gelin eyleyelim zevk u safâyı, Göklere değin er görelim hûy ile hâyı, Mesiâne olup debreşelim çeng ile nâyı, Semâ safa, cana şifa, ruha gıdadır.
Aşk ile gelin talib-i cuyende olalım, Zevk ile safalar sürelim zinde olalım, Hazret-i Mevlana’ya gelin bende olalım, Semâ sefa, cana şifa, ruha gıdadır.
Cihad, Allah yolundaki her türlü faaliyet ve hareketin adıdır. Hakkı üstün ve hakim kılmak için gayret sarf etmektir. Başka bir ifadeyle cihad, İslam’ın aksiyon yönüdür, onun hamle gücüdür.
“Cihad” kelimesi, Batı dillerinde genelde “kutsal savaş” (holy war) şeklinde tercüme edilmiştir.(1) Bu şekilde bir tercüme, İslamiyeti silah zoruyla yayılan bir din olarak gösterme gayretinden kaynaklanmaktadır.
Halbuki, “cihad” kelimesinin karşılığı “savaş” değildir. Allah yolunda savaşmak da bir tür cihad olmakla beraber; cihad kelimesi, Allah’ın dinini her tarafa ulaştırmak için yapılan her türlü faaliyet ve hareketi içine alır.
Müslümanlar, bu yüce gaye için cihad ederken, gayr-i müslimler ve özellikle sömürgeci ülkeler, “Kutsal olmayan savaşlar” yapmış, Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika’yı kana bulamıştır. (2) Tarih, bunun örnekleriyle doludur. “Coğrafî keşif” adı altında Asya, Afrika ve Amerika’daki hammadde kaynaklarının keşfedilmesi ve bu verimli ülkelere seferler düzenleyip o ülke insanlarını köleleştirmeleri, bazılarının savaş felsefesini ortaya koymaktadır.
Bunlar, kendi ayıbını örtbas etmek için yoğun bir propaganda faaliyeti içindedir. Onların bu propagandalarının etkisiyle olsa gerek ki, “cihad” denildiğinde bazılarının ilk hatırına gelen, İslam’ı reddeden her kafiri boğazlamaya hazır, elinde kılıç bir “barbar Türk” veya elinde kaleşnikofu olan bir “Arap teröristi !”dir.(3)
“Cihad” konusunu bahane edip İslam’a hücum eden Batılı yazarlar, “hem suçlu hem güçlü” deyiminde ifadesini bulan bir haldedirler. Şu olay, onların durumunu net bir şekilde ortaya koyar:
Afrika’yı istila eden İngiliz askerlerinden biri, arkadaşına der: “Bunlar vahşi insanlar! Birisini öldürdüğümde beni ısırdı !”(4)
.
Kaynaklar 1-Ebu’l Ala Mevdudî, Jihad in Islam, Islamic Publications LTD, Lahor, s.1; Rudolph Peters, İslam ve Sömürgecilik, Ter. Süleyman Gündüz, Nehir Yay. İst.1989, s.29; M.J. Kister, “Land Property and Jihad” , Journal of the Economic and Social History of the Orient, Leiden, 1991, XXXIV, 276; W. Montgomery Watt, Islamic Political Thought, Edinburgh, s. 14; Ahmet Özel, İslam Hukukunda Milletlerarası Münasebetler ve Ülke Kavramı, Marifet Yay. İst. s. 64 2- Mevdudî, Jihad in Allah’s Cause, The Journal, XIV/4 December, Mekke, 1986, s.14 3- Peters, s.30 4- Muhammed Gazali, Fıkhu’s-Sîre, Daru’l-Kalem, Dımeşk, 1989, s.214
Allah’a kul olamadım . Geldigectiömrümboşa Allah’a kul olamadım Uydum nefse o şeytana Mevla’ya kul olamadım . Akıtmadım gözden yası Koymadım secdeye başı Aldattı dünya telaşı Allah’a kul olamadım
. Anladım ki dünya yalan Yoktur burda baki kalan Bir metre bezmis lazım olan Allah’a kul olamadım
Süveyda yürekte siyah bir noktadır ki, insanın tüm varlığının hakikati oradadır. Bu öyle bir özdür ki maddi ve uhrevi alemin tümünü kuşatır.
Nasıl ki bir meyvenin çekirdeğinde kendi ağacı toplu bir şekilde mevcut ise aynı şekilde bu süveyda adı verilen noktada da bütün kainat bir öz şeklinde mevcuttur. Aslında suveyda için gönül noktası dense yeridir.
Zira ilahi namenin nüshası gönüldür. Sırların taşıyıcısı gönüldür. Bu itibarla her kim ki kendi gönlüne girmiştir, su ve toprak zahmetinden kurtulup can ve gönül sohbetini bulmuştur. . .
“Hiç kimse Hz. Muhammed’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz. Avrupa’ya nasip olan bütün başarılara rağmen bizim bütün kanunlarımız, İslâm medeniyetine bakarak çok eksiktir. Biz Avrupa milletleri, büyük medenî imkânlarımıza rağmen, Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız.”
~
Johann Wolfgang von Goethe (Alman Şair ve Yazar)
***
“Muhammed, hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır.”
~
Lev Nikolayeviç Tolstoy (Büyük Rus Yazar)
* * *
“Büyük İslâm Peygamberi Yüce Yaratıcı’nın katına çıkıp onunla buluşmuştur.
Ben Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum.”
~
Fyodor Mikhailoviç Dostoyevski (Meşhur Rus Yazar)
* * *
“Şöyle bir göz atmakla, Hz. Muhammed’in, bütün vasıflarını ve kahramanlıklarını görmek mümkündür. Bunlardan bazıları Peygamberliğinin ilk günlerinde ve bazıları da peygamberliğinden sonra olmuştur. Eşsiz mucizeleri gördüğüm zaman, O’nu rütbe bakımından insanların en büyüğü ve en yücesi olarak mütalaa ediyorum. Hatta; insanlık O’nun bir benzerini görmemiş ve görmeyecektir de…”
~
Aziz, Prof. Bosworth Smith (Mohammed and Mohammadanism, London 1874)
* * *
“İslâm medeniyetinin modern dünyaya en büyük yardımı ve hediyesi ilimdir. Fakat Avrupa’yı, yeniden hayata kavuşturan şey, yalnız ilim değildir. İslâm medeniyetinden gelen daha başka tesirler Avrupa hayatına ilk parlaklığını vermişti. Avrupa’nın ilerleme hayatında İslâm kültürünün kati tesirini takip edemeyeceğimiz bir tek safha bulunmadığı gibi tesirin kendini bütün azametiyle hissettirdiği saha tabii ilimler ve ilim zihniyetidir. Orta çağın ilk yarısında dünyanın hiçbir milleti insanlığın ilerlemesine müslümanlar kadar hizmet etmemiştir. 9-12 asırlar arasında felsefe, tıb, tarih, ilahiyat, astronomi ve coğrafya mevzuunda Arapça olarak yazılan eserler herhangi bir lisanla yazılanların fevkinde idi.”
~
Prof. Dr. Philip Khuri Hitti
* * *
“Bitmeyen bir hayranlık, sürekli bir saygı, Arabistan’ın bu büyük Peygamberinin hayatını ve şahsiyetini inceleyen ve nasıl öğrettiğini, nasıl yaşadığını bilen herkesin bu güçlü Peygamber için ürpertici bir saygıyla dolmaması mümkün değildir. Kitabımda söyleyeceklerimin pek çoğu, çoklarının bildiği şeyler olsa da, ben onları ne zaman yeni baştan okusam, bu Arabistanlı Muallim için hep yeni bir hayranlık, yeni bir saygı duyuyorum.”
~
Annie Besant, (Hindistan’ın Bağımsızlık Mücadelesi Liderlerinden)
(The Life and Teachings of Muhammad, Madras, 1932)
* * *
“Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.”
~
Sosyolog V.D.Eratsen
* * *
“Asrımızda çeşitli ilim adamlarının yaptıkları tecrübe ve araştırmalar göstermiştir ki, pişirmek kaydıyla soğan ve sarımsağın damar sertliğini mühim ölçüde azaltmaktadır. Ayrıca pirişilmiş sarımsağın kanda lipid (yağ) artmasına mani olduğu ve kan pıhtılaşma bozukluklarını da bir ölçüde engellediği, yüksek tansiyonlu kişilerde ise tansiyonun düşmesine yardımcı olduğu müşahede edilmiştir. Nitekim ondört asır önce Efendimiz’de (sav) bir hadislerinde sarımsağın pişirilerek yenilmesini tavsiye etmiştir.
Doğrusu aranırsa Hira Dağı mağarasında meleği gördüğü günden beri geçen 20 sene dünyayı değiştirmeye kafi gelmiş. Hicaz’ın kuru kumlarında yeni bir tohum filizlendirmişti; öyle bir filiz ki Arabistan’ı uyaracak, bir yandan Hindistan’a bir yandan da Bahr-i Muhite kadar uzanacaktı.”
~
Emile Dermenghem
* * *
“İnsanlığın sorunlarının üst üste yığılarak nerdeyse çözülmez hal aldığı günümüzde Hz. Muhammed’e her zamankinden daha fazla muhtaçız. Eğer O aramızda olsaydı bütün bunları oturup bir fincan kahve içme rahatlığı ile çözerdi”
~
George Bernard Shaw
(İrlandalı dramatist, sosyalist düşünür ve 20. yüzyılın önde gelen tiyatro yazarlarından)
* * *
“Tarihteki Yüz Büyük İnsan” adlı kitabıyla bütün dünyada yankılar uyandıran Amerikalı bilim adamı Prof. Michael Hart’a kitabın ilk yayınlandığı tarihten on yıl sonra, Kahire’de çağırıldığı bir ödül töreninde, El-Ahram Gazetesi muhabirlerince sorulan; “kitabınızın yayınlanmasının üzerinden 10 yıl geçti neredeyse. 100 ünlü Adam” adlı kitabınızda birinci yeri Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ayırmıştınız, hâlâ bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?” şeklindeki soruya şu cevabı vermişti:
“Bu ünlülerin ilk listesi. Bu sayı 200-300’e bile çıkarılsa Hz. Muhammed’in (s.a.v.) listenin başındaki yeri sabittir.
Ben ünlüleri incelerken bazı sabit kriterler ortaya koydum. Bunlardan biri de, ünlülerin insanlık tarihinde bıraktıkları geniş ve derinlemesine izlerdir. Benim, ünlülerin en ünlüsü olarak Hz. Muhammed’i (s.a.v.) tercihim ise, O’nun hem peygamberliği, hem de dinî ve dünyevî seviyede fevkâlâde başarılı olmasıdır. İnsanlık ahlâkı, felsefî ve hukukî olarak İslâm’dan daha mükemmel bir din görmemiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatından sonra da İslâm, dünyanın doğusunda ve batısında yayılmaya devam etti. Dünyada hâlâ bir çok insan kalpleriyle ve akıllarıyla İslâm’a yöneliyor. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) davet ettiği din, 14 yüzyıl önce medeniyetin ve kültür merkezlerinin dışındaki bir bölgede doğmuştu. Ve zor şartlar altında yol aldı. Buna rağmen İslâm, dünyanın her yönüne yol buldu. Ve inanıyorum ki Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, her yönüyle mükemmel bir insan, bir daha gelmez.”
~
Prof. Dr. Michael Hart
* * *
“Kral ve vezirler gibi azamet ve debdebe perdeleriyle gizlenmiş değildi. Kendi hırkasını kendi yamalar, kendi ayakkabısını kendi tamir ederdi. Harbe gider, ashabı ile istişare eder, emirlerini onlarla beraber verirdi.
Nasıl bir insan olduğunu her yönü ile kavminin bilmesi için böyle yaptı. Ona artık, siz ne isterseniz öyle deyiniz. Dünya’da taç ve ihtişam sahibi hiçbir imparatora, yamalı bir hırka içindeki bu insan kadar hürmet ve itaat edilmemiştir. Yirmiüç yıllık dünya imtihanı, gerçek bir kahraman için lüzumlu bütün unsurları taşımaktadır.”
~
Thomas Carlyle (Meşhur İngiliz Düşünür)
***
“İslamiyetten daha eski dinler, insanların ruhları üzerindeki hakimiyetlerini günden güne kaybetmekte oldukları halde, Hz. Muhammed’in dini bütün kudret ve hakimiyetini muhafaza etmektedir.”
~
Dr. Gustave le Bon (Fransız sosyolog ve amatör fizikçi)
* * *
“Ben şunu iddia ediyorum ki, Hz. Muhammed en seçkin bir kıymettir. Yaradan’ın, böyle ikinci bir vücudu imkan sahasına getirmesi de ihtimalden uzaktır. Seninle aynı asırda bulunamadığımdan dolayı üzgünüm Ey Muhammed…”
~
Prens Otto Von Bismarck (Modern Almanya’nın ilk şansölyesi – başbakanı)
* * *
“Hz. Muhammed’in (sav) insan olması itibariyle, bütün insanlık muhakkak iftihar eder. Çünkü O Zât, ümmî olmasıyla beraber, onüç asır evvel öyle kanunlar ve esaslar getirmiş ki, biz Avrupalılar ikibin sene sonra onun kıymetine ve hakikatına yetişsek en mes’ud, en saadetli nesiller oluruz.”
~
Shebol (1927 Hukuk Kongresi Başkanı)
* * *
“Meşhur Peygamberler, fâtihler arasında târih-i hayâtı; Hz. Muhammed’in Târihi gibi, en ince teferruâtına kadar, en mevsuk sekilde kayd ve zapt olunan bir kimse gösterilemez.”
~
John Davenport (Ingiliz bilgin)
* * *
“Şişmanlık birçok hastalıkları da beraberinde getirmektedir. Son araştırmalar neticesinde şişmanlarda yüksek olan kolesterol seviyesinin damar sertliğine sebep olduğu, buna bağlı olarak da damar sertliği, yüksek tansiyon, kalb yetmezliği, böbrek ve göz hasarlarının meydana geldiği tespit edilmiştir. Dengeli beslenme mevzuunda ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini Yüce Rehberimiz (s.a.v.) asırlarca önce şu kutlu sözleriyle belirtmişti: “Çok yemek kötü bir şeydir. İnsanoğlunun midesini iyice doldurmasından daha zararlı bir şey yoktur.”
Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının üç ölçüsü ise, modern tarihin en büyük şahsiyetlerini bile Muhammed’le (s.a.v.) kıyaslamaya kim cesaret edebilir. O şahsiyetlerin en meşhurları ancak maddi kuvvetler kurdular. Halbuki, O (s.a.v.), orduları hukuk sistemlerini, imparatorlukları, kavimleri hanedanları ve dünyanın üçte biri üzerindeki milyonlarca insanı harekete geçirdi.”
~
Alphonse Marie Louis de Lamartine (Fransız Tarihçisi)
* * *
“İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, onun karşısında boş sözlerdir.”
~
Thomas Carlyle (Meşhur İngiliz Düşünür)
* * * “Muhtelif devirlerde beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından gönderildiği iddia olunan bütün münzel ve semâvi kitapları tam ve etrafiyle tetkik ettimse de, hiç birisinde bir hikmet ve isabet göremedim. Bu kanunlar, değil bir cemiyetin, bir ev halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin müslümanların Kur’an-ı, bu kayıttan azadedir. Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim. Her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Müslümanların düşmanları bu kitabın, Muhammed’in kendi eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel ve hatta en mütekâmil bir dimağda böyle harikanın zuhurunu iddia etmek hakikatlere göz kapıyarak kin ve gareze âlet olmak manasını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kaabil-i telif değildir.”
~
Prens Otto Von Bismarck (modern Almanya devletinin kurucusu)
* * *
“Ellerin et ve yağ gibi maddelerle bulaşık olması hem haşere hem de mikropların üremesi için zemin teşkil eder. Yüce Rehberimiz (a.s.m.) “ellerinde et veya yağ kokusu eseri olduğu halde yatan bir kimse bir hastalığa müptela olur veya hayvan ve haşerelerden bir zarara uğrarsa, kedisinden başkasını suçlu bulmasın” buyurmuştur. Burada haşerenin yanında hayvan tabirinin kullanılması enteresandır. Hayvan, hayat sahibi yani canlı mânâsına da gelmektedir. Dolayısıyla mikrop mefhumuna işaret edilmektedir.
Hz. Muhammed (sav) toplu halde yapılan ibadetin o muazzam gücünü, tarihte ilk temsil edip gösteren insandır. Hiç şüphe yok, ki, çok geniş mikyasta, İslâm’ın kudreti, günde beş vakit kılınan namazın kudretinden kaynaklanmaktadır.”
~
J. H. Lenison, Emotion as the basis of civilisation
* * *
“Yeni keşiflerin veyahut ilim ve irfanın yardımı ile hallolan yahut çözülmesine uğraşılan meseleler arasında bir mesele yoktur ki, İslâmiyet’in esasları ile çatışsın. Kur’an-ı Kerim ve onun öğrettikleri şeyler ile fıtri kanunlar ve fenler arasında tam bir ahenk görülmektedir.”
~
Lavazon
* * *
“Hz. Muhammed’in doğruluğu, faaliyeti, hakikati aramadaki samimiyeti, sonsuz azmi, hiçbir vakit sarsılmayan imanı, kendisini dinlemek istemeyenlere ezelî hakikati dinletmek yolundaki sebatı, bana kalırsa bunlar O’nun, o cesur ve azimkâr Peygamber’in son peygamber olduğuna en kat’i ve en emin delillerdir.”
O cihanın fahrinin sırrına kurbân olayım, Hutbe-i levlâk inen şanına kurban olayım. Kabı kavseyni ev ednasına kurban olayım, Ben onun ilm ile irfanına kurban olayım, Ben onun esrar-ı miracına kurban olayım.
Ebubekir, Ömer, Osman, Ali dört yârıdır, Risalet ba ının onlar gül-i gülzarıdır, Cümle ashâbı hidayet rahının envarıdır, Ben onun âline ashabına kurban olayım, Ben onun ashabı ahbabına kurban olayım.
Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkıya, Hem Hüseyin oldu susuzluktan şehid-i kerbela, İkisidir, asl-ı nesl-i cümle âl-i Mustafa, Ben onun âline evladına kurban olayım, Ben onun evladı ensabına kurban olayım.
Cümle ümmetten hayırlıdır o şahın ümmeti, Ümmetine cümleden çok eder hak rahmeti, Enbiya onunla buldu bunca lütfu izzeti, Ben onun lütfuna ihsanına kurban olayım. Ben onun enva-ı eltafına kurban olayım
Her ne denli enbiya ve mürselin kim geldiler, Ümmeti olmayı Hak’tan temenni kıldılar. Evliya ana Niyazi kul u kurban oldular. Ben onun ayağının tozuna kurban olayım. Yoluna gidenlerin izine kurban olayım.
Yâsin sûresi, ilk âyetinde bulunan yâ ve sin harflerinden dolayı bu ismi almıştır. Bununla berâber “Azime”, “Muimme”, “Müdafi’ai ka-diye” ve “Kalbu’l-Kur’an” isimleri de kullanılmıştır. Kalbu’l-Kur’an, Kur’-an’ın kalbi, Müdafi’a-i kadiye, sahibinden (onu okuyan ve onunla amel eden kişilerden) her türlü fenalığı def eden, Muimme, sahibine dünya ve âhiretin hayatını kazandıran, ondan dünya ve âhiretin korkularını gideren ve
Azime ise, sahibi Allah’ın yanında şerefli olarak zikredilen demektir. Sûre, usûl ilminin ana noktalarını, alimler arasında muteber olan meseleleri, En güzel bir şekilde takrir ettiğinden ötürü, Sahih-i Buhari’de sekerat halinde olan ölüler üzerine okunsun diye varid olan emrin nedenini ortaya koyar. .
Ebu Nasr, «Etîbane» isimli kitabında Hz. Aişe’den (r.anha) şöyle rivayet ediyor. Buyurdular: “Allah’ın Kitabı’nda bir sure vardır. Ona Allah katında el-azime adı verilmektedir. Onu okuyan, Allah katında şerefli olan kişi adını almaktadır. Onu okuyan bir kimse Kıyamet Günü’nde Revi ve Mudar kabilelerinin fertlerinden daha fazlası
hakkında şefaat edecektir. Bu sure Yasin Suresi’dir.”
(Bk. Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, 13/400.) .
Yâsin sûresi, Müslümanlar tarafından çok okunan bir sûredir. Diğer surelere nazaran daha fazla rağbet görmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in bu sûre hakkında söylediği ve okunmasını tavsiye ettiği çeşitli hadisler vardır. Bu hadislerden bazıları şöyledir: .
“Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’ân’ın kalbi de Yâsin’dir. Kim Yâsin’i okursa, Allah onun okumasına, Kur’ân’ı on kere okumuş gibi sevap yazar” .
“Yâsin, Kur’ân’ın kalbidir. Allah’ı ve ahiret gününü arzu ederek Yâsin okuyan kimsenin geçmiş günahı affedilir. Onu ölülerinize okuyunuz” .
(Ebû Davud Cenâiz 20; İbn Mace, Cenâiz 4; İbn Hanbel, Müsned V, 26, 27) .
“Kim geceleyin Allah rızasını gözeterek Yâsîn Sûresi’ni okursa, bağışlanır.” .
(İbn Hibban – Câmiussağîr : 2/128) .
Bu hadislerden anlaşıldığı gibi, Yâsin’i okuyarak sevabını ölülerin ruhuna bağışlamak caizdir. Ancak Kur’ân’ın dirilere nâzil olduğu ve insanların, onun manasını anlayarak, Emir ve yasaklarına uygun bir şekilde hayat sürdürmeleri için gönderildiği unutulmamalıdır. (bk. Nureddin Turgay, Şamil İslam Ans.) . Yâsin sûresi, Yüce Allah’ın varlığına, üstün gücüne ve âhiret yurduna işarette bulunan şu âyetlerle son bulmaktadır: .
“Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerini yaratmağa kadir değil midir? Elbette kadirdir! O, çok bilen yaratıcıdır. Onun işi, bir şeyi (olmasını) istedi mi, ona sadece “ol” demektir, hemen oluverir. O, öyle yücedir ki, her şeyin hükümdarlığı O’nun elindedir. Ve siz O’na döndürüleceksiniz.” .
(Yasin, 36/81-83)
.
“Yasin-i şerif okuyun. Onda, on bereket vardır:
1- Aç okursa, doyar. 2- Çıplak, okursa, giyinir. 3- Bekâr okursa, evlenir. 4- Korkan okursa, emin olur. 5- Mahzun okursa, ferahlar. 6- Misafir okursa, seferde yardım görür. 7- Kayıp olan bulunur. 8- Hasta okursa, şifa bulur. 9- Ölü için okunursa, azabı hafifler, 10- Susayan okursa, suya kavuşur.”
Recent Comments